KRT_EK
Kaliteli insan işiyle boş insan kişiyle uğraşır.
Birinci Dünya Savaşının ani sebebini 28 Haziran 1914 günü, Avusturya-Macaristan veliahdı Arşidük François Ferdinand'ın Saraybosna’da bir Sırplı tarafından öldürülmesi teşkil eder. Bu olay karşısında Avusturya'nın Sırbistan'a savaş ilan etmesi ve Rusya'nın Sırbistan'ın ve Almanya’nın da Avusturya'nın arkasında yer alması Avrupa’yı bir hafta içinde dünya çapında bir savaşa sürüklemiştir. Olayların bu kadar hızlı akımında ise, 1908 Bosna-Hersek buhranından beri gittikçe gerginleşen Sırbistan-Avusturya münasebetleri başlıca rolü oynamıştır.
Balkan savaşları ve bu savaşların sonunda Sırbistan'ın genişleyip kuvvetlenmesi, Avusturya için korkutucu olmuş ve Avusturya'nın Sırbistan'a karşı durumunun daha fazla sertleşmesine sebep olmuştur. Fakat Balkan Savaşlarında Osmanlı Devleti’nin yenilgisi ve İmparatorluğun milletlerarası plandaki zayıflığı Rusya'nın da Boğazlar üzerinde iştahını kamçılamıştır. Bu ise, Sırbistan ile Rusya’yı birbirine daha fazla bağladığı gibi Rusya'nın Balkanlardaki faaliyetleri karşısında Avusturya-Macaristan ile Almanya’yı bu devletin karşısına dikilmeye sevk etmiştir.
Bu gelişmelerin başlangıcını, Osmanlı Devleti’nin birinci Balkan savaşının sonundan itibaren giriştiği askeri reform hareketleri ve bunun doğurduğu milletlerarası çatışmalar teşkil eder.
Birinci Balkan Savaşında Osmanlı kuvvetlerinin Balkanlılar karşısında çok kısa bir sürede ağır yenilgilere uğraması, Osmanlı Devleti’ne, askeri teşkilatının düzenlenmesi ve kuvvetlendirilmesi zorunluluğunu açık bir şekilde gösterdi. Bunun için donanmasının ıslahını İngiliz Amiral Limpus'a verdi. Jandarmanın düzenlenmesi ise İtalyan subaylarına verildi. Maliye ve gümrüklerin düzeltilmesi Fransız uzmanlarına verildi. Öte yandan, Almanya’ya da başvurup kara ordusunun düzeltilmesi için Almanya’dan askeri uzmanlar istedi. Sadrazam Mahmut Şevket Paşa, Almanya büyükelçisi Wangenheim ile 24 Nisan 1913 günü bu meseleyi konuşurken şöyle demişti: "Türkiye, ancak Almanya’ ve İngiltere’ye dayandığı takdirde yeniden canlanabilir. Bu iki devletin şimdiye kadar birbiriyle çatışır durumda olması bizim için başlıca talihsizlik sebebi olmuştur. Fakat Türkiye'nin, bir Alman-İngiliz uzlaşmasını sağlayacak bir zemin olmasına da çalışmalıyım". Bu suretle Osmanlı Devleti’ bir yandan ordusunu ıslah ederken, bir yandan da dış politikasını bu iki devlete dayamak amacını güdüyordu. Fakat Alman büyükelçisi, Osmanlı Devleti’nin bu teklifini, memleketinin Osmanlı İmparatorluğundaki menfaatleri açısından ele almış ve Berlin'e gönderdiği, raporunda şunları yazmıştır: "Orduyu kontrol eden kuvvet Türkiye'de en büyük kudret olacaktır. Hiçbir Alman düşmanı hükümet, ordu tarafımızdan kontrol edildikçe, iktidar mevkiinde kalamayacaktır".
Bununla beraber, Almanya ile bu konuda yürütülen görüşmeler, 1913 yılının sonuna kadar devam etti. Alman hükümeti özellikle İngiltere'den çekindiği için, teklifi hemen kabul etmemişti. Fakat gerek İngiltere’ye, gerek Rus çarına danıştıktan sonra teklifi kabul etti ve General Liman von Sanders komutasında bir Alman askeri heyeti 1913 Kasımında İstanbul'a geldi. Liman von Sanders, rütbesi dolayısıyla, İstanbul'daki Birinci Kolordu Komutanlığına tayin edildi. Yani bir Alman generaline Türk Ordusunda fiilen bir komutanlık verilmişti.
Bu durum Rusya’yı telaşlandırdı ve bir Rus generalinin de Türk Ordusuna tayin edilmesini istedi. Fransa’ da Rusya’yı destekledi. İstanbul'da hava bir süre gerginleşti. Rus Dışişleri Bakanı Sazanov, Almanya’nın bu hareketinin Rusya’ya karşı "hasmane" bir hareket teşkil ettiğini söylüyor ve Fransa da, Rusya’ya, Osmanlı Devleti’ni bu teşebbüsten vazgeçirmek için İstanbul'a bir savaş gemisi göndermesini tavsiye ediyordu.
Lakin İngiltere'nin, Rusya'nın bu derece ileri gitmesini istememesi ve Almanya’nın da itidalle hareketi sayesinde mesele 1914 Ocak ayında çözümlendi. Liman von Sanders, Kolordu komutanlığından alınarak ordu müfettişliğine getirildi ki, bu, komuta yetkisinin fiilen elinden alınması demekti. Rusya bu formülü tatminkâr buldu ve mesele de böylece kapandı. Fakat bu olay Almanya üzerinde iz bırakmadan geçmedi. İmparator II'inci Wilhelm, "Rusya-Prusya münasebetleri artık ebediyen ölmüştür. Artık birbirimizin düşmanı olduk" diyordu.
Almanya’nın İstanbul'da kazandığı bu nüfuz Rusya üzerinde korkutucu bir tesir yaptı. Şimdi Rusya'nın İstanbul üzerindeki bütün tasarıları önemli bir engelle karşılaşmış oluyordu. Bu engeli bertaraf etmek için Rusya iki yola gitti. Birincisi, bir buhranın doğuracağı ilk fırsatta Boğazları ele geçirmeye karar verdi ve bunun hazırlıklarına başladı. İkincisi, Rusya, 1914 Martından itibaren, Sırbistan, Yunanistan ve Romanya arasında yeni bir Balkan Ligi kurmak ve Üçlü İttifakın bir üyesi olan Romanya’yı bu kombinezona çekmek için çaba harcamaya başladı. Romanya, Transilvanya'yı ele geçiremediği için Avusturya’ya sempati beslememekle beraber, Üçlü İttifakın ayrılmayı da göze alamadı.
Rusya'nın kurmak istediği Balkan Ligi, Bulgaristan ile Osmanlı Devleti’ne yönelecekti. Bunun için, Rusya'nın bu faaliyeti Avusturya'nın gözünden kaçmadı ve o da Bulgaristan ile Osmanlı Devleti’ni İttifak ettirerek Balkanlarda Sırbistan ve Rusya’ya karşı bir blok kurmak istedi. Fakat Saraybosna suikastı olduğu zaman Avusturya'nın çabaları hala devam etmekteydi.
Avusturya ile Rusya Balkanlarda bu şekilde yeni bir mücadele safhasına girdikleri sıradadır ki, Saraybosna olayı patlak verdi.
Veliaht François-Ferdinand'ın 28 Haziran 1914 günü Saraybosna'da Princip adlı bir Sırplı tarafından öldürülmesi, Avusturya'nın 1908 de Bosna Hersek'in ilhak etmesinin Sırbistan'da ve Bosna-Hersek Sırplıları arasında uyandırdığı tepkinin bir sonucu idi ve Avusturya İmparatoru artık çok ihtiyarladığı için, François-Ferdinand'ın hükümdarlığa geçmesi bahis konusu idi.
Suikast olayı karşısında Avusturya'nın tepkisi gayet sert oldu. Bu sefer Sırbistan'a ağır bir ders vermeye karar verdi ve bir savaşı da göze aldı. Yalnız, işe Rusya'nın da karışacağını bildiğinden Almanya’nın durumunu öğrenmek istedi. Almanya ise, buhran genişlese bile, Avusturya'nın yanında yer alacağını kesin olarak bildirdi. Almanya, Avusturya’yı desteklemeye karar verirken, Uzakdoğu’da ağır bir yenilgiye uğrayan Rusya'nın, durumunu henüz düzeltemediğini ve bir savaşı kolaylıkla göze alamayacağını hesaplamıştı.
Almanya’nın desteğini sağlayan Avusturya, 23 Temmuz 1914 de Sırbistan'a 48 saat süreli sert bir ültimatom verdi. Ültimatomda özellikle suikast olayının kovuşturulması bakımından birçok şeyler isteniyordu ve bunlar arasında, Avusturya aleyhtarı olan subay ve memurların Sırbistan ordu ve idaresinden azledilmesi, kovuşturmanın Avusturya ile birlikte yürütülmesi, alınan tedbirlerden Avusturya’ya derhal bilgi verilmesi gibi hususlar bulunuyordu. Sırbistan 25 Temmuzda verdiği cevapta, bu isteklerin bir kısmını kabul etmemiş ve kabul etmiş göründüklerini de, kaçamaklı bir kabule bağlamıştı. Bunun üzerine Avusturya aynı gün Sırbistan’la diplomatik münasebetlerini kesti ve 26 Temmuzda Sırbistan'ın seferberlik ilan etmesi üzerine, bu devlete hazırlanma fırsatını vermemek için, 28 Temmuzda Belgrat’ı bombardıman ederek savaşa başladı. Sırbistan'a savaş ilan etmekle Avusturya, diplomatik bir çözüm yolu ile kendisinin durdurulamayacağını ve Sırbistan'ı "cezalandırmaya" kararlı olduğunu Avrupa’ya göstermek istemişti ki, bu, Rusya’yı da kesin bir durum almaya itmek demekti.
Gerçekten, İngiltere, diplomatik yolla buhranı yok etmek için, Avusturya'nın Sırbistan'a ültimatom vermesi üzerine, Almanya nezdinde teşebbüste bulundu ve bir milletlerarası konferans toplamak istedi. Almanya’ bu teklife yan çizdiği gibi, İngiltere'nin sorusuna karşılık, Belçika’yı işgal etmeyeceğine dair teminat vermekten de kaçındı. Bu, İngiltere'nin üzerinde olumsuz bir etki yaptı. Zaten Rusya da kendisini sıkıştırmaktaydı.
İngiltere'nin diplomatik teşebbüsü sonuçsuz kalınca, Rus Çarı, askerlerin baskısı ile 31 Temmuzda seferberlik ilan etti. Rusya'nın seferberliği Alman Genelkurmayının hesaplarına ters düşüyordu. Genelkurmayın, Rusya’ya karşı elinde tuttuğu koz, Almanya’nın, Rusya’ya oranla daha çabuk seferberlik haline geçebilmesindeydi. Hâlbuki Rusya kendisinden önce davranmıştı. Bu sebeple, Almanya Rusya’ya 31 Temmuzda bir ültimatom verip seferberliğini durdurmasını istedi. 12 Saat süreli ültimatoma Rusya cevap vermeyince, Almanya 1 Ağustosta Rusya’ya savaş ilan etti.
Rusya'nın seferberliği üzerine Fransa da seferberliğe geçmişti. Almanya 31 Temmuzda Fransa’ya da bir ültimatom verip, seferberliğin durdurulmasını istedi. Fransa’ cevabını geciktirdiği gibi, Almanya’ya kaçamaklı bir cevap verince, Almanya, 3 Ağustosta Fransa’ya da savaş ilan etti.
Şimdi Almanya, Bismarck'ın korktuğu gibi iki cepheli savaş karşısında kalıyordu. Fransa’ya karşı kısa sürede zafer kazanıp Rusya’ya dönmek isteğinden, Belçika'dan geçmesi gerekiyordu. Bu sebeple, 2 Ağustosta Belçika’ya başvurup bu memleketten geçit istedi. Belçika İngiltere’ye danıştıktan sonra, bu isteği reddedince, Almanya’, 4 Ağustos da Belçika’ya savaş ilan etti.
Almanya’nın Belçika’ya saldırması İngiltere’yi harekete geçirdi. Almanya’nın Belçika’ya girmesi İngiltere için bir tehditti. İngiltere böyle bir tehlikeyi önlemek için 1839 da Belçika'nın tarafsızlığını milletlerarası teminat altına aldırmıştı. Almanya şimdi bunu çiğniyor ve İngiltere’yi tehdit ediyordu. Bunun için, Almanya’nın Belçika’ya savaş ilan ettiğini öğrenince, 4 Ağustos 1914 günü o da Almanya’ya savaş ilan etti. 6 Ağustos da Avusturya Rusya ya savaş ilan etti.
B) JAPONYA'NIN SAVAŞA KATILMASI
Avrupa devletlerinin birbirine girmesi ve büyük bir buhran içine yuvarlanmaları, tabiatıyla Uzakdoğu ile ilgilerini zayıflatıyordu. Japonya Asya'daki yayılmasını hızlandırmak ve genişletmek için bunu iyi bir fırsat olarak gördü. 15 Ağustos 1914 de Almanya’ya bir nota vererek Çin Denizindeki donanmasını geri çekmesini ve 15 Eylülden önce de Kiaochow'u kendisine teslim etmesini istedi. Japonya Almanya’dan 1895 in intikamını alıyordu. Rusya'dan intikamını 1905 de almıştı.
Almanya Japonya'nın bu isteğine cevap vermeyince, 23 Ağustosta Almanya’ya savaş ilan etti ve Shantung yarımadasına asker çıkararak 7 Kasımda bütün Shantung yarımadası ile Kiaochow'u ele geçirdi. Öte yandan Japon donanması Pasifik’teki Alman sömürgeleri olan Caroline, Marianne ve Marshall adalarını işgal etti. Bu suretle Japonya 1914 Kasımında savaşını bitirmiş oldu.
Japonya bununla da yetinmeyerek, Ocak 1915 de Çin'e verdiği bir notada, 21 tane istekte bulundu ki, bu istekler Çin'i Japonya'nın himayesi altına koyacak mahiyetteydi. Amerika'nın müdahalesi ile Japonya bu isteklerini hafiflettiyse de, Mayıs 1915 de Çin’le yaptığı bir anlaşma ile bu memlekette birçok imtiyazlar elde etti.
1916 Temmuzunda Rusya, 1917 Şubatında İngiltere ve 1917 Martında da Fransa’ ile yaptığı anlaşmalarla bütün bu kazançlarını bu devletlere de tanıttı. Nisan 1917 de Birleşik Amerika da savaşa katılınca, 1917 Kasımında Birleşik Amerika ile de bir anlaşma yapıp, Açık Kapı prensibine saygı göstermesine karşılık, Çin'de "özel menfaatleri" bulunduğunu bu devlete de kabul ettirdi.
Birinci Dünya Savaşının yarattığı fırsat, Japonya'nın iştahını kamçılamış ve Çin üzerindeki faaliyetine hız vermişti.
C) SAVAŞ DURUMU
Kara kuvvetleri bakımından Merkezi Devletler (Almanya ve Avusturya-Macaristan) savaşa daha kuvvetli bir şekilde katıldılar. Her ne kadar Merkezi Devletlerin 150 tümen askerine karşılık, İtilaf Devletlerinin 170 tümeni var idiyse de, kara silahları ve özellikle topçu bakımından Merkezi Devletler çok üstün durumdaydı.
Buna karşılık, denizlerde İtilaf Devletleri ve hatta tek başına İngiltere bile çok üstün durumdaydı.
Almanya ve Avusturya'nın iki cepheli savaş yapmaları da İtilaf Devletlerine bir avantaj sağlamaktaydı. Almanya’ iki cepheli bir savaşı çok daha önceden düşündüğünden, planlarını buna göre hazırlamıştı. Bu planlar 1900 yılında Alman Genelkurmay Başkanı Schlieffen tarafından hazırlanmıştı. Buna göre, Rusya'nın demiryollarının azlığı ve yüzölçümünün genişliği sebebiyle, Rusya'nın seferberliği uzun sürecekti. Bunun için, Almanya’ ilk önce asıl büyük kuvvetiyle Fransa’ya yüklenecek ve bu devleti 6 haftada yendikten sonra, Rusya’ya dönecek ve onu yere serecekti. Bu 6 haftalık süre içinde Avusturya da Rusya’yı oyalayabilirdi.
Lakin savaş başladıktan sonra bu planı gerçekleştirmek mümkün olmadı. Zira Fransa ile Rusya da planlarını buna göre hazırlamışlar ve Almanya’nın önce Fransa üzerine yürüyeceğini hesaplamışlardı. Bu sebeple, onların planlarına göre de Rusya üç hafta içinde seferberliğini tamamlayacaktı.
Alman orduları Belçika’ya girdikten sonra Fransa’ya sarktı. Fransız ordularının yapmak istedikleri bir iki taarruz teşebbüsü sonuç vermeyince, Fransızlar Ağustos sonlarından itibaren çekilmeye başladılar ve Paris'in kuzeyinde bulunan Marne nehri üzerinde kuvvetli bir savunma hattı kurdular. Almanlar bu hattı yarmak ve Paris'e girmek için 6–9 Eylül arasında üç gün şiddetli taarruzlarda bulundularsa da, Marne cephesini yaramadılar ve taarruzu durdurdular. Schlieffen planı başarısızlığa uğramış oluyordu.
Buna karşılık Almanlar Doğu cephesine ve Ruslara döndüler. Ağustos 1914 sonunda Hindenburg komutasındaki Alman orduları Tannenberg'de ve Eylül sonunda da Mazurya bataklıklarında (Polonya'da) Rusları iki defa ağır yenilgilere uğrattılar.
Avusturya’ya gelince, iyi bir savaş yapamadı. Avusturya orduları ilk önce Belgrat’ı ele geçirdilerse de, bu Sırpların milli duygularını kamçıladığı için savaşa büyük bir hırsla devam ettiler ve Belgrat’ı tekrar geri aldılar. Avusturyalılar Ruslar karşısında da yenildiler ve Galiçya Rusların eline geçti.
Deniz muharebelerine gelince: Savaş çıktığı zaman Alman donanmasının bir kısmı açık denizlerde bulunuyordu. Bunlardan Güney Amerika'nın batı kıyılarında bulunan Alman gemileri ile İngiliz donanması arasında iki savaş oldu. Birincisi Kasım ayında Coronel muharebesi olup, bunu Almanlar kazandı. Aralık ayında yapılan Falkland muharebesinde ise Alman donanması 6 gemi kaybetti. Denizlerde İngiltere hakimdi.
C) OSMANLI DEVLETİ’NİN SAVAŞA KATILMASI
O
smanlı Devleti’, yukarıda da açıkladığımız gibi, Balkan Savaşlarındaki yenilginin etkisi ile ordu ve donanmasını ıslah etme işlerine girişirken, bir yandan da iki bloka ayrılmış Avrupa'da kendisini yalnızlıktan kurtarmak için birtakım ittifak teşebbüslerinde bulunmuştu. Osmanlı Devleti ilk ittifak teşebbüsünü, geleneksel dostu saydığı İngiltere nezdinde yapmıştı. İtalya'nın Trablusgarp’a saldırması, Osmanlı Devleti adamlarında Üçlü İttifaka karşı bir antipati uyandırmıştı. Tabii, ayrıca Avusturya'nın Balkan politikası ve Bosna-Hersek'i ilhak etmiş olması da bu antipatide rol oynuyordu. Bu şartlar içinde Maliye Nazırı Cavit Bey, 1911 Ekiminde İngiltere Bahriye Bakanı Winston Churchill'e bir mektup yazarak, Osmanlı Devleti’yle İngiltere arasında bir ittifak yapılmasını teklif etmişse de, Churchill, Dışişleri Bakanı Crey'e danıştıktan sonra verdiği cevapta, "Şimdilik yeni siyasi bağlar altına giremeyiz" diyerek, ittifak teklifini reddetmiştir.
İkinci ittifak teşebbüsü Bulgaristan’la oldu. İttifak teklifi Bulgaristan'dan geldi. İstanbul'da 1913 yazında Türk-Bulgar barış görüşmeleri yapılırken, Bulgarlar Osmanlı Devleti’yle bir ittifak yapmak istediler. Zira Bulgaristan Makedonya üzerindeki geniş ihtiraslarını gerçekleştiremediği gibi, birinci Balkan savaşında kazandığı toprakların bir kısmını da ikinci Balkan savaşının sonunda elinden kaçırmıştı. Osmanlı Devleti de, Balkan savaşlarının sonunda kaybettiği Limni, Midilli, Sakız gibi adaları Yunanistan'ın elinde bırakmamak için Yunanlılarla bir mücadeleye kararlı olduğundan, bu teklifi kabul etti ve İstanbul'da görüşmeler yapıldı ve bir ittifak tasarısı hazırlandı. Fakat bu tasarı gerçekleşemedi ve, sonraki görüşmeler de uzayarak bir sonuca varamadı. Çünkü bir defa, Bulgarlar Makedonya'dan çok geniş topraklar istiyorlardı. Bulgaristan Osmanlı Devleti’ne sırtını dayayıp topraklarını genişletmek istiyordu. Öte yandan, Bulgaristan, Türk-Bulgar ittifakına Almanya’yı da sokmak istemiş, fakat Almanya bu ittifaka katılmaya yanaşmamıştı. Böylece ikinci teşebbüs de sonuçsuz kaldı.
Osmanlı Devleti’nin üçüncü ittifak teşebbüsü Fransa nezdinde oldu. Bahriye Nazırı ve Türk-Fransız Dostluk Cemiyeti Başkanı Cemal Paşa, 1914 Temmuzu başlarında Fransız donanmasının manevralarına davet edilmişti. Cemal Paşa Fransız Dışişleri Bakanlığı yetkilileri ile temasa geçerek, Fransa ile Osmanlı Devleti arasında bir ittifakı gerçekleştirmek istedi. Cemal Paşaya göre, Saray-Bosna olayı bir genel savaşa varacaktı ve İtilaf Devletlerinin Merkezi Devletleri çember içine almak için bir boşluk kalmıştı, o da Osmanlı Devleti’ydi. Eğer İtilaf Devletleri Osmanlı Devleti’ni de kendi ittifaklarına alırlarsa, o zaman Merkezi Devletler tamamen sarılmış olurdu.
Fransız hükümeti Cemal Paşa'nın teklifine verdiği cevapta, Rusya razı olmadıkça bu ittifakın gerçekleşemiyeceği idi. Bu, teklifin reddi idi.
Osmanlı Devleti’nin İtilaf Devletleri blokuna katılmak için yaptığı bu ikinci teşebbüsün de gerçekleşmemiş olması, Osmanlı Devleti’ni ister istemez Almanya’nın kucağına atmıştır. Kabinede Alman ittifakına taraftar olanların başında Sadrazam Sait Halim Paşa, Harbiye Nazırı Enver Paşa, Dâhiliye Nazırı Talat Bey ve Meclis Reisi Halil Bey geliyordu. Bununla beraber, Üçlü İttifak blokuna katılma teklifi ilk önce Avusturya'dan gelmiş, bu teklif üzerine Osmanlı Devleti 22 Temmuzda ittifak için Almanya’ya başvurmuş ve II’ inci Wilhelm'in isteği üzerine Almanya’ Osmanlı Devleti’yle ittifak görüşmelerine başlamıştır. İttifak görüşmeleri 27 Temmuzda İstanbul'da başlamış ve 2 Ağustos 1914'de de Türk-Alman ittifakı imzalanmıştır. İtilaf Devletleri taraftarı olarak bilinen Maliye Nazırı Cavit Bey ile Bahriye Nazırı Cemal Paşa ve kabinenin diğer birçok üyeleri, bu gizli görüşmelerden haberdar edilmemişler ancak ittifak imzalandıktan sonra kendilerine haber verilmiştir.
Bu ittifaka göre:
1) İki devlet, Avusturya ile Sırbistan arasında çıkan bir anlaşmazlıkta tam bir tarafsızlık göstereceklerdir.
2) Rusya'nın aldığı askeri tedbirler sonunda, Avusturya ile Rusya savaşa tutuşur ve Almanya da Avusturya'nın yardımına gitmek zorunda kalırsa, Osmanlı Devleti de savaşa katılacaktır.
3) Osmanlı Devleti’ tehdit altında kalırsa, Almanya Osmanlı Devleti’ni silahla savunacaktır.
4) İttifak 1918 yılı sonuna kadar devam edecek ve taraflardan biri feshetmezse, beş yıl için yeniden yürürlükte olacaktır.
4 Ağustos 1914 günü dünya savaşı patlak verdiği zaman Osmanlı Devleti bu şekilde zarlarını kesin olarak atmak zorunda bulunmuştu. Fakat savaşın patlamasıyla birlikte, Türk-Alman ittifakının varlığını bilmeyen İtilaf Devletleri, Osmanlı Devleti’nin tarafsızlığını sağlamak için çaba harcadılar. Çünkü Osmanlı Devleti tarafsız olursa, Müttefikler (yani İtilaf Devletleri) Rusya’ya yardım edebilmek için Boğazlardan serbestçe geçebileceklerdi. Gerçekten, Osmanlı Devleti’ de ittifak imzalamakla beraber, hemen savaşa girmeye taraftar değildi ve bunun için de savaşın patlaması karşısında tarafsızlığını ilan etmişti. Osmanlı Devleti’nin tarafsızlığına özellikle Rusya önem veriyordu. Bu sebeple Müttefikler Osmanlı Devleti’nin savaş boyunca tarafsız kalması için bu devlet nezdinde bazı teşebbüslerde bulundular. Fakat Osmanlı Devleti’nin tarafsızlığa karşılık ileri sürdüğü isteklerin en hafifi sayılabilecek olan, kapitülasyonların kaldırılması konusunda bile kesin bir taahhüde girişmek istemediler. Ege adalarının tekrar Osmanlı Devleti’ne verilmesi, Mısır meselesinin çözümlenmesi gibi toprak isteklerine ise hiç yanaşmadılar. Bu istekler karşısında dik başlılık özellikle İngiltere'den gelmiştir. Bir yazarın dediği gibi, İngiltere, Türkleri bile bile kızdırmak ve onları Kayzer'in kollarına itmek isteseydi, bundan daha başka türlü hareket edemezdi.
Osmanlı Devleti savaş karşısında tarafsızlığını ilan etmekle beraber, Ağustosun ilk haftasından itibaren olaylar ve Almanya’nın çabaları Osmanlı Devleti’ni savaşa katılmaya sürüklemiştir. Bu olayların ilkini, iki Alman savaş gemisinin Boğazlara sığınması teşkil eder. Akdeniz'de İngiliz donanmasının takibine uğrayan Goeben ve Breslau adlı iki Alman savaş gemisi 10 Ağustosta Çanakkale’ye sığındı. Osmanlı Devleti’nin tarafsız devlet olarak bu gemileri enterne etmesi, yani bu gemilerin silahlarını sökmesi ve personelini de gözaltına alması gerekirdi. Lakin Almanya’ buna şiddetle itiraz etti. Bunun üzerine, güya Osmanlı Devleti’ bu gemileri daha önce Almanya’dan satın almış oldu ve gemilere Türk bayrağı çekilerek, tayfalara da fes giydirildi ve Goeben'e Yavuz ve Breslau'a da Midilli adları verilerek Osmanlı donanmasına katıldı. Bu tevil, İtilaf devletlerinin gözünden kaçmadıysa da, Osmanlı Devleti’ni tarafsızlıktan ayırmak istemediklerinden seslerini çıkarmadılar.
Bu olaydan sonra Osmanlı donanması, bu iki geminin komutanı olan Amiral Souchon'un komutası altına verildi ki, bu durum Osmanlı Devleti’nin savaşa katılmasında büyük rol oynayacaktır.
Öte yandan Almanya da Osmanlı Devleti’ni savaşa girmeye zorlamaya başlamıştı, Bunun özellikle Avusturya istiyordu. Çünkü Osmanlı Devleti’ savaşa girerse, Kafkas cephesinde bir kısım Rus kuvvetlerini üzerine çekeceğinden, Avusturya ve Almanya’nın yükü hafifleyecekti. Osmanlı Devleti’ bu baskılara karşı koymaya çalıştı. Bir defa, seferberlik henüz tamamlanmamıştı. İkincisi, Bulgaristan savaşa katılmadıkça ve Romanya'nın tarafsızlığı sağlanmadıkça savaşa katılmaya niyetli değildi. Özellikle bu son sebepten ötürü, Osmanlı Devleti, Bulgaristan'ı da savaşa sokmak için bu devlet nezdinde teşebbüste bulundu. Lakin Bulgaristan Romanya'dan çekiniyordu ve onun tarafsız kalmasını istiyordu. Osmanlı Devleti Romanya'nın tarafsızlığını sağlamak için de çaba harcadıysa da, bu devlet tarafsızlık konusunda bir taahhütte bulunmaya yanaşmadı.
Bu sırada Eylül ayı gelmişti. Marne muharebeleri, Almanya'nın Fransa’yı 6 haftada yere serme planını suya düşürmüştü. Onun için Almanya’nın Osmanlı Devleti’ni de savaşa sokmak için baskıları arttı. Almanya şimdi Rusya ile esaslı bir mücadeleye girdiğine göre ve Avusturya da Rusya karşısında pek birşey yapamadığına göre, Osmanlı Devleti’nin de Rusya’ya bir cephe açmasını istiyordu. Şimdi Osmanlı Devleti seferberliğini de tamamladığı için, elinde savaşa katılmamak hususunda bir sebep de kalmamıştı. Fakat yeni bir bahane bulmaktan da geri kalmadı: Devletin mali durumu iyi değildi ve borç paraya ihtiyacı vardı. Almanya bunun üzerine Osmanlı Devleti’ne borç verdi. Lakin Osmanlı Devleti yine Almanya’yı oyalamak için uğraştı.
Almanya bu şekilde Osmanlı Devleti için baskıda bulunurken öte yandan İstanbul'daki Alman askeri yardım heyeti de Osmanlı Devleti’ni savaşa sokmak için çabalıyordu. Başta Harbiye Nazırı Enver Paşa olmak üzere, kabinenin bazı üyeleri de devletin savaşa girmesini istiyorlardı. Bunun sonucu olarak, Enver Paşa'nın emri ile Amiral Souchon Osmanlı donanmasını alarak 29–30 Ekim 1914 gecesi Karadeniz’e çıktı ve Odesa ve Sivastopol gibi Rus limanlarını topa tuttu.
Bu olay üzerine İngiltere, Fransa ve Rusya, Osmanlı Devleti’ne savaş ilan ettiler. Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşına böyle giriyor ve Osmanlı İmparatorluğunun sonu tamamlanıyordu.
A) OSMANLI DEVLETİ’NİN CEPHE DURUMU
Gerek Almanya ve gerek Osmanlı Devleti, savaşa katılırken, Rusya ile İngiliz İmparatorluğu içindeki Müslümanları ayaklandırmanın bu iki devlete büyük gaileler çıkaracağını ümit etmişlerdi. Çünkü Osmanlı Padişahının Halife'lik sıfatı ve bu sıfatla Müslümanlık aleminin dinsel lideri olması dolayısıyla, Cihad-ı Mukaddes ilan edildiği takdirde, bütün Müslümanlığın Hıristiyanlara karşı ayaklanacağı sanılıyordu. Gerçekten Şeyhülislam 23 Kasım 1914 de Cihad-ı Mukaddes ilan ederek, Kırım, Türkistan, Hindistan, Afganistan ve Afrika Müslümanlarını Hıristiyan milletler olan İngiltere, Fransa’ ve Rusya’ya karşı savaşa davet etti. Lakin bundan hiçbir sonuç çıkmadı. Irak’ta Türk askeri sadece İngiliz kurşunu ile değil, Müslüman Arabın kurşunu ile de çölde şehit düşecektir. Çanakkale’de kanlarını ve hayatlarını verenler Müslümanlığı değil, vatanlarını savunanlar olacaktır. Hind Müslümanları ise, Irak ve Mısır cephelerinde Halifenin Müslüman-Türk askerine karşı çarpışmakta tereddüt göstermeyecektir.
Osmanlı Devleti’nin Almanlarla birlikte yaptığı savaş planının esasları şöyleydi: 1) Doğu Anadolu ve Kafkasya üzerinden Rusya’ya bir darbe vurmak. Cihad-ı Mukaddes sebebiyle, bu cephede Kafkasya ve Orta Asya Türklerinin ayaklanmasına güvenilmişti. 2) İngiltere'nin ana imparatorluk yolunu kesmek için Süveyş Kanalına ve Mısır'a karşı harekete geçmek. Bu cephede de Trablusgarp ve Sudan Müslümanlarına güvenilmekteydi. 3) Ege ve Akdeniz'de İngiliz ve Fransız donanmaları egemen olduğundan, Çanakkale’yi korumak için Trakya’da önemli bir kuvvet bırakılması.
Bu Türk-Alman planına karşılık, İngiltere de Osmanlı Devleti’ni hassas noktalarından vurmak için ilk önce güney Irak’ta ve ondan sonra da Çanakkale’de iki cephe açınca, Osmanlı Devleti daha savaşın başında dört cephede savaşmak zorunda kaldı. Daha sonraları cephelerin sayısı artacaktır.
KAFKASYA CEPHESİ: Güney Kafkasya ve kuzey İran'a girip Rusların arkasını çevirmek için, Başkomutan Enver Paşa, 20 Aralık 1914 de, 150.000 kişilik bir Türk kuvvetine Sarıkamış-Umraniye istikametinde taarruz emri verdi. Bu cephede Rusya'nın da 160.000 kişilik bir kuvveti bulunuyordu. Bu taarruz 22 Aralık 1914'den 19 Ocak 1915'e kadar devam ettiyse de, yüksek dağlar, yolsuzluk, soğuk, açlık ve tifüs sebebiyle Türk kuvvetleri 90.000 kişilik bir kayıp vermesine rağmen, Rus cephesinin arkasına düşemedi ve plan gerçekleşemedi. Ruslar da birşey yapamamakla beraber, güneye sarkarak Malazgirt-Van bölgesine uzandılar.
Doğu cephesinde faaliyet, Çanakkale teşebbüsünün başarısızlığı sebebiyle, Rusların 1916 yılı başından itibaren taarruza geçmesiyle başlamıştır. 1916 Şubatında Ruslar Erzurum'u, Nisanda Trabzon'u, Temmuzda da Erzincan ve Muş'u düşürdüler. Doğu cephesinde Türk-Alman planı suya düşmüş oluyordu.
KANAL CEPHESİ: Bu cepheye verilen önem dolayısıyla Cemal Paşa, Bahriye Nazırlığı da kendisinde kalmak üzere, Suriye'deki 4'üncü ordu komutanlığına getirilmişti. Cemal Paşa 1915 Şubatında Kanal'ı geçmek için iki teşebbüs yaptı ise de, demiryolu ulaşımı olmaması ve iyi bir su ikmali yapılmadıkça çölü aşmanın mümkün olmayacağını gördü.
Çanakkale savaşları dolayısıyla bir kısım kuvvetin bu cepheden alınması ve İngilizlerin de Çanakkale’ye önem vermeleri sebebiyle, 1915 yılında bu cephede önemli bir gelişme olmadı.
IRAK CEPHESİ: Bu cephe, iki amaçla İngilizler tarafından açılmıştır. Biri, Abadan petrollerini korumak, ikincisi de kuzeye çıkıp Ruslarla birleşerek, Türk kuvvetlerinin İran'a girip Hindistan'ı tehdit etmesini önlemekti. İngiltere 1914 Kasımında Hindistan'dan getirdiği kuvvetleri Basra’ya çıkardı ve kuzeye ilerledi. 1915 Eylülünde İngilizler, Bağdat'ın 160 kilometre güneyindeki Kut-el-Amara'ya girdiler. Lakin Türk kuvvetleri biraz kuzeyde Selman-ı Pak’ta kuvvetli bir savunma kurmuşlardı. Kasım ayında burada İngilizlerin yaptıkları taarruz kendilerine çok pahalıya mal oldu ve kuvvetlerinin üçte birini kaybeden İngilizler, yılın sonunda tekrar Kut üzerine çekildiler.
ÇANAKKALE SAVAŞLARI: Müttefiklerin Çanakkale Boğazına karşı teşebbüsleri daha 1914 Ağustosundan itibaren bahis konusu olmuş, lakin Osmanlı Devleti henüz tarafsız olduğu için bu mesele üzerinde fazla durulmamıştı. Osmanlı Devleti’ savaşa katıldıktan sonra ise, yapılacak askeri bir teşebbüsle Boğazların ele geçirilmesi tasarısı daha ciddiyetle ele alındı. Bu fikrin şampiyonu, İngiliz Bahriye Bakanı Winston Churchill idi ve ona göre Çanakkale Boğazı donanma ile zorlanırsa, Boğazları ve İstanbul'u ele geçirmek mümkün olurdu. Askerler bu fikre katılmamakla beraber ve Boğazların işgali için muhakkak asker çıkarmak gerekeceğine inanmalarına rağmen, Churchill fikrini kabineye ve askerlere kabul ettirmeye muvaffak oldu.
Çanakkale teşebbüsünün gayesi şu noktalarda toplanmaktaydı:
1)Boğazlar ve İstanbul Müttefiklerin eline geçerse, Osmanlı Devleti için barışı kabullenmekten başka çare kalmaz ve bu suretle Osmanlı İmparatorluğunun açmış olduğu ve Müttefiklerin açtığı bütün cepheler tasfiye edilmiş olurdu.
2) Boğazlar ele geçirilirse Rusya ile yakın temas kurulmuş olur, Rusya’ya silah ve malzeme sevki ve Rusya'nın da buğdayından faydalanma sağlanmış olurdu.
3) Osmanlı Devleti’nin savaştan çekilmesi ve Müttefiklerin Boğazlara yerleşmeleri, henüz savaşa katılmamış diğer Balkan devletleri üzerinde de etki yapar ve bu devletler Merkezi Devletler safında savaşa katılmaya cesaret edemezlerdi.
Bu amaçlarla ortak bir İngiliz-Fransız donanması, 19 Şubat 1915'ten itibaren, dış denizden, Çanakkale’ Boğazının iki tarafındaki Türk tabyalarını bombardımana başladılar. Zaman zaman çok şiddetli olan bu bombardımanlar 18 Marta kadar devam etti. Nihayet, 18 Mart 1915 günü, havanın güneşli, rüzgârsız ve denizin sakin olduğu bir sırada müttefik donanması Çanakkale Boğazına girerek, boğazı geçme teşebbüsünde bulundu. Lakin bu teşebbüs bir felaket oldu. Boğazı geçme teşebbüsü sabah 10.45 de başlamıştı. Akşam güneş batarken 7 müttefik gemisi Boğazın sularına gömülmüş bulunuyordu. Bu durum karşısında müttefik donanması geri çekilmek zorunda kaldı.
Müttefiklerin bu başarısızlığı bütün dünyada büyük yankı uyandırdı. Olay müttefiklerin prestijine bir darbe idi. Bunun, tarafsız devletlerle bütün Müslüman aleminde geniş politik etkileri olabilirdi. Bu sebeple Müttefikler işi sonuna kadar götürmeye karar verdiler ve Nisan ayı sonlarına doğru 70.000 kişilik bir İngiliz-Fransız kuvveti Gelibolu yarımadasının güney burnundaki plajlara çıkarılmaya başlandı. Gelibolu yarımadasını işgal etmek suretiyle Çanakkale’ boğazına hakim olunmak isteniyordu.
Gelibolu yarımadasında Türk Askeri istilacı kuvvetlere karşı son derece şiddetli bir mukavemet gösterdi. Müttefikler bunu hiç beklemiyorlardı. Türk Askeri istilacı kuvvetleri denize atamadı, fakat düşman da iki buçuk ayda ancak 3 kilometre ilerleyebildi. Çok kanlı muharebeler oldu.
Müttefikler güneyden ilerlemeyeceklerini görünce, 6 Ağustostan itibaren, Gelibolu yarımadasının batı kıyılarındaki Suvla plajlarına yeni kuvvetler çıkardılar. Ağustos ayı Çanakkale muharebelerinin en şiddetli safhasını teşkil eder. İlerlemeye çalışan düşman kuvvetleri ile Mustafa Kemal'in komutanı bulunduğu Anafartalar Grubu arasında çok kanlı muharebeler oldu ve düşman yine ilerleyemedi. Müttefik kuvvetleri Anafartalar’da üç hafta içinde 40.000 kişi kaybetti. Müttefikler bu sefer de muvaffak olamayınca ve devamlı olarak asker kaybetmeye başlayınca, bu teşebbüsten vazgeçtiler ve Aralık ayından itibaren çekilmeye başladılar. Müttefikler ölü ve yaralı olarak 250.000 kişi kaybetmişlerdi.
Çanakkale muhabereleri aynı zamanda 250.000 Türk erine de maloldu. Fakat Boğazlar da düşmana verilmemişti. Çanakkale ruhu Milli Mücadele ruhunun başlangıcı oldu.
Dipnot : Konu başka bir siteden alınmıştır.
Site Linki :
Balkan savaşları ve bu savaşların sonunda Sırbistan'ın genişleyip kuvvetlenmesi, Avusturya için korkutucu olmuş ve Avusturya'nın Sırbistan'a karşı durumunun daha fazla sertleşmesine sebep olmuştur. Fakat Balkan Savaşlarında Osmanlı Devleti’nin yenilgisi ve İmparatorluğun milletlerarası plandaki zayıflığı Rusya'nın da Boğazlar üzerinde iştahını kamçılamıştır. Bu ise, Sırbistan ile Rusya’yı birbirine daha fazla bağladığı gibi Rusya'nın Balkanlardaki faaliyetleri karşısında Avusturya-Macaristan ile Almanya’yı bu devletin karşısına dikilmeye sevk etmiştir.
Bu gelişmelerin başlangıcını, Osmanlı Devleti’nin birinci Balkan savaşının sonundan itibaren giriştiği askeri reform hareketleri ve bunun doğurduğu milletlerarası çatışmalar teşkil eder.
Birinci Balkan Savaşında Osmanlı kuvvetlerinin Balkanlılar karşısında çok kısa bir sürede ağır yenilgilere uğraması, Osmanlı Devleti’ne, askeri teşkilatının düzenlenmesi ve kuvvetlendirilmesi zorunluluğunu açık bir şekilde gösterdi. Bunun için donanmasının ıslahını İngiliz Amiral Limpus'a verdi. Jandarmanın düzenlenmesi ise İtalyan subaylarına verildi. Maliye ve gümrüklerin düzeltilmesi Fransız uzmanlarına verildi. Öte yandan, Almanya’ya da başvurup kara ordusunun düzeltilmesi için Almanya’dan askeri uzmanlar istedi. Sadrazam Mahmut Şevket Paşa, Almanya büyükelçisi Wangenheim ile 24 Nisan 1913 günü bu meseleyi konuşurken şöyle demişti: "Türkiye, ancak Almanya’ ve İngiltere’ye dayandığı takdirde yeniden canlanabilir. Bu iki devletin şimdiye kadar birbiriyle çatışır durumda olması bizim için başlıca talihsizlik sebebi olmuştur. Fakat Türkiye'nin, bir Alman-İngiliz uzlaşmasını sağlayacak bir zemin olmasına da çalışmalıyım". Bu suretle Osmanlı Devleti’ bir yandan ordusunu ıslah ederken, bir yandan da dış politikasını bu iki devlete dayamak amacını güdüyordu. Fakat Alman büyükelçisi, Osmanlı Devleti’nin bu teklifini, memleketinin Osmanlı İmparatorluğundaki menfaatleri açısından ele almış ve Berlin'e gönderdiği, raporunda şunları yazmıştır: "Orduyu kontrol eden kuvvet Türkiye'de en büyük kudret olacaktır. Hiçbir Alman düşmanı hükümet, ordu tarafımızdan kontrol edildikçe, iktidar mevkiinde kalamayacaktır".
Bununla beraber, Almanya ile bu konuda yürütülen görüşmeler, 1913 yılının sonuna kadar devam etti. Alman hükümeti özellikle İngiltere'den çekindiği için, teklifi hemen kabul etmemişti. Fakat gerek İngiltere’ye, gerek Rus çarına danıştıktan sonra teklifi kabul etti ve General Liman von Sanders komutasında bir Alman askeri heyeti 1913 Kasımında İstanbul'a geldi. Liman von Sanders, rütbesi dolayısıyla, İstanbul'daki Birinci Kolordu Komutanlığına tayin edildi. Yani bir Alman generaline Türk Ordusunda fiilen bir komutanlık verilmişti.
Bu durum Rusya’yı telaşlandırdı ve bir Rus generalinin de Türk Ordusuna tayin edilmesini istedi. Fransa’ da Rusya’yı destekledi. İstanbul'da hava bir süre gerginleşti. Rus Dışişleri Bakanı Sazanov, Almanya’nın bu hareketinin Rusya’ya karşı "hasmane" bir hareket teşkil ettiğini söylüyor ve Fransa da, Rusya’ya, Osmanlı Devleti’ni bu teşebbüsten vazgeçirmek için İstanbul'a bir savaş gemisi göndermesini tavsiye ediyordu.
Lakin İngiltere'nin, Rusya'nın bu derece ileri gitmesini istememesi ve Almanya’nın da itidalle hareketi sayesinde mesele 1914 Ocak ayında çözümlendi. Liman von Sanders, Kolordu komutanlığından alınarak ordu müfettişliğine getirildi ki, bu, komuta yetkisinin fiilen elinden alınması demekti. Rusya bu formülü tatminkâr buldu ve mesele de böylece kapandı. Fakat bu olay Almanya üzerinde iz bırakmadan geçmedi. İmparator II'inci Wilhelm, "Rusya-Prusya münasebetleri artık ebediyen ölmüştür. Artık birbirimizin düşmanı olduk" diyordu.
Almanya’nın İstanbul'da kazandığı bu nüfuz Rusya üzerinde korkutucu bir tesir yaptı. Şimdi Rusya'nın İstanbul üzerindeki bütün tasarıları önemli bir engelle karşılaşmış oluyordu. Bu engeli bertaraf etmek için Rusya iki yola gitti. Birincisi, bir buhranın doğuracağı ilk fırsatta Boğazları ele geçirmeye karar verdi ve bunun hazırlıklarına başladı. İkincisi, Rusya, 1914 Martından itibaren, Sırbistan, Yunanistan ve Romanya arasında yeni bir Balkan Ligi kurmak ve Üçlü İttifakın bir üyesi olan Romanya’yı bu kombinezona çekmek için çaba harcamaya başladı. Romanya, Transilvanya'yı ele geçiremediği için Avusturya’ya sempati beslememekle beraber, Üçlü İttifakın ayrılmayı da göze alamadı.
Rusya'nın kurmak istediği Balkan Ligi, Bulgaristan ile Osmanlı Devleti’ne yönelecekti. Bunun için, Rusya'nın bu faaliyeti Avusturya'nın gözünden kaçmadı ve o da Bulgaristan ile Osmanlı Devleti’ni İttifak ettirerek Balkanlarda Sırbistan ve Rusya’ya karşı bir blok kurmak istedi. Fakat Saraybosna suikastı olduğu zaman Avusturya'nın çabaları hala devam etmekteydi.
Avusturya ile Rusya Balkanlarda bu şekilde yeni bir mücadele safhasına girdikleri sıradadır ki, Saraybosna olayı patlak verdi.
Veliaht François-Ferdinand'ın 28 Haziran 1914 günü Saraybosna'da Princip adlı bir Sırplı tarafından öldürülmesi, Avusturya'nın 1908 de Bosna Hersek'in ilhak etmesinin Sırbistan'da ve Bosna-Hersek Sırplıları arasında uyandırdığı tepkinin bir sonucu idi ve Avusturya İmparatoru artık çok ihtiyarladığı için, François-Ferdinand'ın hükümdarlığa geçmesi bahis konusu idi.
Suikast olayı karşısında Avusturya'nın tepkisi gayet sert oldu. Bu sefer Sırbistan'a ağır bir ders vermeye karar verdi ve bir savaşı da göze aldı. Yalnız, işe Rusya'nın da karışacağını bildiğinden Almanya’nın durumunu öğrenmek istedi. Almanya ise, buhran genişlese bile, Avusturya'nın yanında yer alacağını kesin olarak bildirdi. Almanya, Avusturya’yı desteklemeye karar verirken, Uzakdoğu’da ağır bir yenilgiye uğrayan Rusya'nın, durumunu henüz düzeltemediğini ve bir savaşı kolaylıkla göze alamayacağını hesaplamıştı.
Almanya’nın desteğini sağlayan Avusturya, 23 Temmuz 1914 de Sırbistan'a 48 saat süreli sert bir ültimatom verdi. Ültimatomda özellikle suikast olayının kovuşturulması bakımından birçok şeyler isteniyordu ve bunlar arasında, Avusturya aleyhtarı olan subay ve memurların Sırbistan ordu ve idaresinden azledilmesi, kovuşturmanın Avusturya ile birlikte yürütülmesi, alınan tedbirlerden Avusturya’ya derhal bilgi verilmesi gibi hususlar bulunuyordu. Sırbistan 25 Temmuzda verdiği cevapta, bu isteklerin bir kısmını kabul etmemiş ve kabul etmiş göründüklerini de, kaçamaklı bir kabule bağlamıştı. Bunun üzerine Avusturya aynı gün Sırbistan’la diplomatik münasebetlerini kesti ve 26 Temmuzda Sırbistan'ın seferberlik ilan etmesi üzerine, bu devlete hazırlanma fırsatını vermemek için, 28 Temmuzda Belgrat’ı bombardıman ederek savaşa başladı. Sırbistan'a savaş ilan etmekle Avusturya, diplomatik bir çözüm yolu ile kendisinin durdurulamayacağını ve Sırbistan'ı "cezalandırmaya" kararlı olduğunu Avrupa’ya göstermek istemişti ki, bu, Rusya’yı da kesin bir durum almaya itmek demekti.
Gerçekten, İngiltere, diplomatik yolla buhranı yok etmek için, Avusturya'nın Sırbistan'a ültimatom vermesi üzerine, Almanya nezdinde teşebbüste bulundu ve bir milletlerarası konferans toplamak istedi. Almanya’ bu teklife yan çizdiği gibi, İngiltere'nin sorusuna karşılık, Belçika’yı işgal etmeyeceğine dair teminat vermekten de kaçındı. Bu, İngiltere'nin üzerinde olumsuz bir etki yaptı. Zaten Rusya da kendisini sıkıştırmaktaydı.
İngiltere'nin diplomatik teşebbüsü sonuçsuz kalınca, Rus Çarı, askerlerin baskısı ile 31 Temmuzda seferberlik ilan etti. Rusya'nın seferberliği Alman Genelkurmayının hesaplarına ters düşüyordu. Genelkurmayın, Rusya’ya karşı elinde tuttuğu koz, Almanya’nın, Rusya’ya oranla daha çabuk seferberlik haline geçebilmesindeydi. Hâlbuki Rusya kendisinden önce davranmıştı. Bu sebeple, Almanya Rusya’ya 31 Temmuzda bir ültimatom verip seferberliğini durdurmasını istedi. 12 Saat süreli ültimatoma Rusya cevap vermeyince, Almanya 1 Ağustosta Rusya’ya savaş ilan etti.
Rusya'nın seferberliği üzerine Fransa da seferberliğe geçmişti. Almanya 31 Temmuzda Fransa’ya da bir ültimatom verip, seferberliğin durdurulmasını istedi. Fransa’ cevabını geciktirdiği gibi, Almanya’ya kaçamaklı bir cevap verince, Almanya, 3 Ağustosta Fransa’ya da savaş ilan etti.
Şimdi Almanya, Bismarck'ın korktuğu gibi iki cepheli savaş karşısında kalıyordu. Fransa’ya karşı kısa sürede zafer kazanıp Rusya’ya dönmek isteğinden, Belçika'dan geçmesi gerekiyordu. Bu sebeple, 2 Ağustosta Belçika’ya başvurup bu memleketten geçit istedi. Belçika İngiltere’ye danıştıktan sonra, bu isteği reddedince, Almanya’, 4 Ağustos da Belçika’ya savaş ilan etti.
Almanya’nın Belçika’ya saldırması İngiltere’yi harekete geçirdi. Almanya’nın Belçika’ya girmesi İngiltere için bir tehditti. İngiltere böyle bir tehlikeyi önlemek için 1839 da Belçika'nın tarafsızlığını milletlerarası teminat altına aldırmıştı. Almanya şimdi bunu çiğniyor ve İngiltere’yi tehdit ediyordu. Bunun için, Almanya’nın Belçika’ya savaş ilan ettiğini öğrenince, 4 Ağustos 1914 günü o da Almanya’ya savaş ilan etti. 6 Ağustos da Avusturya Rusya ya savaş ilan etti.
B) JAPONYA'NIN SAVAŞA KATILMASI
Avrupa devletlerinin birbirine girmesi ve büyük bir buhran içine yuvarlanmaları, tabiatıyla Uzakdoğu ile ilgilerini zayıflatıyordu. Japonya Asya'daki yayılmasını hızlandırmak ve genişletmek için bunu iyi bir fırsat olarak gördü. 15 Ağustos 1914 de Almanya’ya bir nota vererek Çin Denizindeki donanmasını geri çekmesini ve 15 Eylülden önce de Kiaochow'u kendisine teslim etmesini istedi. Japonya Almanya’dan 1895 in intikamını alıyordu. Rusya'dan intikamını 1905 de almıştı.
Almanya Japonya'nın bu isteğine cevap vermeyince, 23 Ağustosta Almanya’ya savaş ilan etti ve Shantung yarımadasına asker çıkararak 7 Kasımda bütün Shantung yarımadası ile Kiaochow'u ele geçirdi. Öte yandan Japon donanması Pasifik’teki Alman sömürgeleri olan Caroline, Marianne ve Marshall adalarını işgal etti. Bu suretle Japonya 1914 Kasımında savaşını bitirmiş oldu.
Japonya bununla da yetinmeyerek, Ocak 1915 de Çin'e verdiği bir notada, 21 tane istekte bulundu ki, bu istekler Çin'i Japonya'nın himayesi altına koyacak mahiyetteydi. Amerika'nın müdahalesi ile Japonya bu isteklerini hafiflettiyse de, Mayıs 1915 de Çin’le yaptığı bir anlaşma ile bu memlekette birçok imtiyazlar elde etti.
1916 Temmuzunda Rusya, 1917 Şubatında İngiltere ve 1917 Martında da Fransa’ ile yaptığı anlaşmalarla bütün bu kazançlarını bu devletlere de tanıttı. Nisan 1917 de Birleşik Amerika da savaşa katılınca, 1917 Kasımında Birleşik Amerika ile de bir anlaşma yapıp, Açık Kapı prensibine saygı göstermesine karşılık, Çin'de "özel menfaatleri" bulunduğunu bu devlete de kabul ettirdi.
Birinci Dünya Savaşının yarattığı fırsat, Japonya'nın iştahını kamçılamış ve Çin üzerindeki faaliyetine hız vermişti.
C) SAVAŞ DURUMU
Kara kuvvetleri bakımından Merkezi Devletler (Almanya ve Avusturya-Macaristan) savaşa daha kuvvetli bir şekilde katıldılar. Her ne kadar Merkezi Devletlerin 150 tümen askerine karşılık, İtilaf Devletlerinin 170 tümeni var idiyse de, kara silahları ve özellikle topçu bakımından Merkezi Devletler çok üstün durumdaydı.
Buna karşılık, denizlerde İtilaf Devletleri ve hatta tek başına İngiltere bile çok üstün durumdaydı.
Almanya ve Avusturya'nın iki cepheli savaş yapmaları da İtilaf Devletlerine bir avantaj sağlamaktaydı. Almanya’ iki cepheli bir savaşı çok daha önceden düşündüğünden, planlarını buna göre hazırlamıştı. Bu planlar 1900 yılında Alman Genelkurmay Başkanı Schlieffen tarafından hazırlanmıştı. Buna göre, Rusya'nın demiryollarının azlığı ve yüzölçümünün genişliği sebebiyle, Rusya'nın seferberliği uzun sürecekti. Bunun için, Almanya’ ilk önce asıl büyük kuvvetiyle Fransa’ya yüklenecek ve bu devleti 6 haftada yendikten sonra, Rusya’ya dönecek ve onu yere serecekti. Bu 6 haftalık süre içinde Avusturya da Rusya’yı oyalayabilirdi.
Lakin savaş başladıktan sonra bu planı gerçekleştirmek mümkün olmadı. Zira Fransa ile Rusya da planlarını buna göre hazırlamışlar ve Almanya’nın önce Fransa üzerine yürüyeceğini hesaplamışlardı. Bu sebeple, onların planlarına göre de Rusya üç hafta içinde seferberliğini tamamlayacaktı.
Alman orduları Belçika’ya girdikten sonra Fransa’ya sarktı. Fransız ordularının yapmak istedikleri bir iki taarruz teşebbüsü sonuç vermeyince, Fransızlar Ağustos sonlarından itibaren çekilmeye başladılar ve Paris'in kuzeyinde bulunan Marne nehri üzerinde kuvvetli bir savunma hattı kurdular. Almanlar bu hattı yarmak ve Paris'e girmek için 6–9 Eylül arasında üç gün şiddetli taarruzlarda bulundularsa da, Marne cephesini yaramadılar ve taarruzu durdurdular. Schlieffen planı başarısızlığa uğramış oluyordu.
Buna karşılık Almanlar Doğu cephesine ve Ruslara döndüler. Ağustos 1914 sonunda Hindenburg komutasındaki Alman orduları Tannenberg'de ve Eylül sonunda da Mazurya bataklıklarında (Polonya'da) Rusları iki defa ağır yenilgilere uğrattılar.
Avusturya’ya gelince, iyi bir savaş yapamadı. Avusturya orduları ilk önce Belgrat’ı ele geçirdilerse de, bu Sırpların milli duygularını kamçıladığı için savaşa büyük bir hırsla devam ettiler ve Belgrat’ı tekrar geri aldılar. Avusturyalılar Ruslar karşısında da yenildiler ve Galiçya Rusların eline geçti.
Deniz muharebelerine gelince: Savaş çıktığı zaman Alman donanmasının bir kısmı açık denizlerde bulunuyordu. Bunlardan Güney Amerika'nın batı kıyılarında bulunan Alman gemileri ile İngiliz donanması arasında iki savaş oldu. Birincisi Kasım ayında Coronel muharebesi olup, bunu Almanlar kazandı. Aralık ayında yapılan Falkland muharebesinde ise Alman donanması 6 gemi kaybetti. Denizlerde İngiltere hakimdi.
C) OSMANLI DEVLETİ’NİN SAVAŞA KATILMASI
O
İkinci ittifak teşebbüsü Bulgaristan’la oldu. İttifak teklifi Bulgaristan'dan geldi. İstanbul'da 1913 yazında Türk-Bulgar barış görüşmeleri yapılırken, Bulgarlar Osmanlı Devleti’yle bir ittifak yapmak istediler. Zira Bulgaristan Makedonya üzerindeki geniş ihtiraslarını gerçekleştiremediği gibi, birinci Balkan savaşında kazandığı toprakların bir kısmını da ikinci Balkan savaşının sonunda elinden kaçırmıştı. Osmanlı Devleti de, Balkan savaşlarının sonunda kaybettiği Limni, Midilli, Sakız gibi adaları Yunanistan'ın elinde bırakmamak için Yunanlılarla bir mücadeleye kararlı olduğundan, bu teklifi kabul etti ve İstanbul'da görüşmeler yapıldı ve bir ittifak tasarısı hazırlandı. Fakat bu tasarı gerçekleşemedi ve, sonraki görüşmeler de uzayarak bir sonuca varamadı. Çünkü bir defa, Bulgarlar Makedonya'dan çok geniş topraklar istiyorlardı. Bulgaristan Osmanlı Devleti’ne sırtını dayayıp topraklarını genişletmek istiyordu. Öte yandan, Bulgaristan, Türk-Bulgar ittifakına Almanya’yı da sokmak istemiş, fakat Almanya bu ittifaka katılmaya yanaşmamıştı. Böylece ikinci teşebbüs de sonuçsuz kaldı.
Osmanlı Devleti’nin üçüncü ittifak teşebbüsü Fransa nezdinde oldu. Bahriye Nazırı ve Türk-Fransız Dostluk Cemiyeti Başkanı Cemal Paşa, 1914 Temmuzu başlarında Fransız donanmasının manevralarına davet edilmişti. Cemal Paşa Fransız Dışişleri Bakanlığı yetkilileri ile temasa geçerek, Fransa ile Osmanlı Devleti arasında bir ittifakı gerçekleştirmek istedi. Cemal Paşaya göre, Saray-Bosna olayı bir genel savaşa varacaktı ve İtilaf Devletlerinin Merkezi Devletleri çember içine almak için bir boşluk kalmıştı, o da Osmanlı Devleti’ydi. Eğer İtilaf Devletleri Osmanlı Devleti’ni de kendi ittifaklarına alırlarsa, o zaman Merkezi Devletler tamamen sarılmış olurdu.
Fransız hükümeti Cemal Paşa'nın teklifine verdiği cevapta, Rusya razı olmadıkça bu ittifakın gerçekleşemiyeceği idi. Bu, teklifin reddi idi.
Bu ittifaka göre:
1) İki devlet, Avusturya ile Sırbistan arasında çıkan bir anlaşmazlıkta tam bir tarafsızlık göstereceklerdir.
2) Rusya'nın aldığı askeri tedbirler sonunda, Avusturya ile Rusya savaşa tutuşur ve Almanya da Avusturya'nın yardımına gitmek zorunda kalırsa, Osmanlı Devleti de savaşa katılacaktır.
3) Osmanlı Devleti’ tehdit altında kalırsa, Almanya Osmanlı Devleti’ni silahla savunacaktır.
4) İttifak 1918 yılı sonuna kadar devam edecek ve taraflardan biri feshetmezse, beş yıl için yeniden yürürlükte olacaktır.
4 Ağustos 1914 günü dünya savaşı patlak verdiği zaman Osmanlı Devleti bu şekilde zarlarını kesin olarak atmak zorunda bulunmuştu. Fakat savaşın patlamasıyla birlikte, Türk-Alman ittifakının varlığını bilmeyen İtilaf Devletleri, Osmanlı Devleti’nin tarafsızlığını sağlamak için çaba harcadılar. Çünkü Osmanlı Devleti tarafsız olursa, Müttefikler (yani İtilaf Devletleri) Rusya’ya yardım edebilmek için Boğazlardan serbestçe geçebileceklerdi. Gerçekten, Osmanlı Devleti’ de ittifak imzalamakla beraber, hemen savaşa girmeye taraftar değildi ve bunun için de savaşın patlaması karşısında tarafsızlığını ilan etmişti. Osmanlı Devleti’nin tarafsızlığına özellikle Rusya önem veriyordu. Bu sebeple Müttefikler Osmanlı Devleti’nin savaş boyunca tarafsız kalması için bu devlet nezdinde bazı teşebbüslerde bulundular. Fakat Osmanlı Devleti’nin tarafsızlığa karşılık ileri sürdüğü isteklerin en hafifi sayılabilecek olan, kapitülasyonların kaldırılması konusunda bile kesin bir taahhüde girişmek istemediler. Ege adalarının tekrar Osmanlı Devleti’ne verilmesi, Mısır meselesinin çözümlenmesi gibi toprak isteklerine ise hiç yanaşmadılar. Bu istekler karşısında dik başlılık özellikle İngiltere'den gelmiştir. Bir yazarın dediği gibi, İngiltere, Türkleri bile bile kızdırmak ve onları Kayzer'in kollarına itmek isteseydi, bundan daha başka türlü hareket edemezdi.
Osmanlı Devleti savaş karşısında tarafsızlığını ilan etmekle beraber, Ağustosun ilk haftasından itibaren olaylar ve Almanya’nın çabaları Osmanlı Devleti’ni savaşa katılmaya sürüklemiştir. Bu olayların ilkini, iki Alman savaş gemisinin Boğazlara sığınması teşkil eder. Akdeniz'de İngiliz donanmasının takibine uğrayan Goeben ve Breslau adlı iki Alman savaş gemisi 10 Ağustosta Çanakkale’ye sığındı. Osmanlı Devleti’nin tarafsız devlet olarak bu gemileri enterne etmesi, yani bu gemilerin silahlarını sökmesi ve personelini de gözaltına alması gerekirdi. Lakin Almanya’ buna şiddetle itiraz etti. Bunun üzerine, güya Osmanlı Devleti’ bu gemileri daha önce Almanya’dan satın almış oldu ve gemilere Türk bayrağı çekilerek, tayfalara da fes giydirildi ve Goeben'e Yavuz ve Breslau'a da Midilli adları verilerek Osmanlı donanmasına katıldı. Bu tevil, İtilaf devletlerinin gözünden kaçmadıysa da, Osmanlı Devleti’ni tarafsızlıktan ayırmak istemediklerinden seslerini çıkarmadılar.
Bu olaydan sonra Osmanlı donanması, bu iki geminin komutanı olan Amiral Souchon'un komutası altına verildi ki, bu durum Osmanlı Devleti’nin savaşa katılmasında büyük rol oynayacaktır.
Öte yandan Almanya da Osmanlı Devleti’ni savaşa girmeye zorlamaya başlamıştı, Bunun özellikle Avusturya istiyordu. Çünkü Osmanlı Devleti’ savaşa girerse, Kafkas cephesinde bir kısım Rus kuvvetlerini üzerine çekeceğinden, Avusturya ve Almanya’nın yükü hafifleyecekti. Osmanlı Devleti’ bu baskılara karşı koymaya çalıştı. Bir defa, seferberlik henüz tamamlanmamıştı. İkincisi, Bulgaristan savaşa katılmadıkça ve Romanya'nın tarafsızlığı sağlanmadıkça savaşa katılmaya niyetli değildi. Özellikle bu son sebepten ötürü, Osmanlı Devleti, Bulgaristan'ı da savaşa sokmak için bu devlet nezdinde teşebbüste bulundu. Lakin Bulgaristan Romanya'dan çekiniyordu ve onun tarafsız kalmasını istiyordu. Osmanlı Devleti Romanya'nın tarafsızlığını sağlamak için de çaba harcadıysa da, bu devlet tarafsızlık konusunda bir taahhütte bulunmaya yanaşmadı.
Bu sırada Eylül ayı gelmişti. Marne muharebeleri, Almanya'nın Fransa’yı 6 haftada yere serme planını suya düşürmüştü. Onun için Almanya’nın Osmanlı Devleti’ni de savaşa sokmak için baskıları arttı. Almanya şimdi Rusya ile esaslı bir mücadeleye girdiğine göre ve Avusturya da Rusya karşısında pek birşey yapamadığına göre, Osmanlı Devleti’nin de Rusya’ya bir cephe açmasını istiyordu. Şimdi Osmanlı Devleti seferberliğini de tamamladığı için, elinde savaşa katılmamak hususunda bir sebep de kalmamıştı. Fakat yeni bir bahane bulmaktan da geri kalmadı: Devletin mali durumu iyi değildi ve borç paraya ihtiyacı vardı. Almanya bunun üzerine Osmanlı Devleti’ne borç verdi. Lakin Osmanlı Devleti yine Almanya’yı oyalamak için uğraştı.
Almanya bu şekilde Osmanlı Devleti için baskıda bulunurken öte yandan İstanbul'daki Alman askeri yardım heyeti de Osmanlı Devleti’ni savaşa sokmak için çabalıyordu. Başta Harbiye Nazırı Enver Paşa olmak üzere, kabinenin bazı üyeleri de devletin savaşa girmesini istiyorlardı. Bunun sonucu olarak, Enver Paşa'nın emri ile Amiral Souchon Osmanlı donanmasını alarak 29–30 Ekim 1914 gecesi Karadeniz’e çıktı ve Odesa ve Sivastopol gibi Rus limanlarını topa tuttu.
Bu olay üzerine İngiltere, Fransa ve Rusya, Osmanlı Devleti’ne savaş ilan ettiler. Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşına böyle giriyor ve Osmanlı İmparatorluğunun sonu tamamlanıyordu.
A) OSMANLI DEVLETİ’NİN CEPHE DURUMU
Gerek Almanya ve gerek Osmanlı Devleti, savaşa katılırken, Rusya ile İngiliz İmparatorluğu içindeki Müslümanları ayaklandırmanın bu iki devlete büyük gaileler çıkaracağını ümit etmişlerdi. Çünkü Osmanlı Padişahının Halife'lik sıfatı ve bu sıfatla Müslümanlık aleminin dinsel lideri olması dolayısıyla, Cihad-ı Mukaddes ilan edildiği takdirde, bütün Müslümanlığın Hıristiyanlara karşı ayaklanacağı sanılıyordu. Gerçekten Şeyhülislam 23 Kasım 1914 de Cihad-ı Mukaddes ilan ederek, Kırım, Türkistan, Hindistan, Afganistan ve Afrika Müslümanlarını Hıristiyan milletler olan İngiltere, Fransa’ ve Rusya’ya karşı savaşa davet etti. Lakin bundan hiçbir sonuç çıkmadı. Irak’ta Türk askeri sadece İngiliz kurşunu ile değil, Müslüman Arabın kurşunu ile de çölde şehit düşecektir. Çanakkale’de kanlarını ve hayatlarını verenler Müslümanlığı değil, vatanlarını savunanlar olacaktır. Hind Müslümanları ise, Irak ve Mısır cephelerinde Halifenin Müslüman-Türk askerine karşı çarpışmakta tereddüt göstermeyecektir.
Osmanlı Devleti’nin Almanlarla birlikte yaptığı savaş planının esasları şöyleydi: 1) Doğu Anadolu ve Kafkasya üzerinden Rusya’ya bir darbe vurmak. Cihad-ı Mukaddes sebebiyle, bu cephede Kafkasya ve Orta Asya Türklerinin ayaklanmasına güvenilmişti. 2) İngiltere'nin ana imparatorluk yolunu kesmek için Süveyş Kanalına ve Mısır'a karşı harekete geçmek. Bu cephede de Trablusgarp ve Sudan Müslümanlarına güvenilmekteydi. 3) Ege ve Akdeniz'de İngiliz ve Fransız donanmaları egemen olduğundan, Çanakkale’yi korumak için Trakya’da önemli bir kuvvet bırakılması.
Bu Türk-Alman planına karşılık, İngiltere de Osmanlı Devleti’ni hassas noktalarından vurmak için ilk önce güney Irak’ta ve ondan sonra da Çanakkale’de iki cephe açınca, Osmanlı Devleti daha savaşın başında dört cephede savaşmak zorunda kaldı. Daha sonraları cephelerin sayısı artacaktır.
KAFKASYA CEPHESİ: Güney Kafkasya ve kuzey İran'a girip Rusların arkasını çevirmek için, Başkomutan Enver Paşa, 20 Aralık 1914 de, 150.000 kişilik bir Türk kuvvetine Sarıkamış-Umraniye istikametinde taarruz emri verdi. Bu cephede Rusya'nın da 160.000 kişilik bir kuvveti bulunuyordu. Bu taarruz 22 Aralık 1914'den 19 Ocak 1915'e kadar devam ettiyse de, yüksek dağlar, yolsuzluk, soğuk, açlık ve tifüs sebebiyle Türk kuvvetleri 90.000 kişilik bir kayıp vermesine rağmen, Rus cephesinin arkasına düşemedi ve plan gerçekleşemedi. Ruslar da birşey yapamamakla beraber, güneye sarkarak Malazgirt-Van bölgesine uzandılar.
Doğu cephesinde faaliyet, Çanakkale teşebbüsünün başarısızlığı sebebiyle, Rusların 1916 yılı başından itibaren taarruza geçmesiyle başlamıştır. 1916 Şubatında Ruslar Erzurum'u, Nisanda Trabzon'u, Temmuzda da Erzincan ve Muş'u düşürdüler. Doğu cephesinde Türk-Alman planı suya düşmüş oluyordu.
KANAL CEPHESİ: Bu cepheye verilen önem dolayısıyla Cemal Paşa, Bahriye Nazırlığı da kendisinde kalmak üzere, Suriye'deki 4'üncü ordu komutanlığına getirilmişti. Cemal Paşa 1915 Şubatında Kanal'ı geçmek için iki teşebbüs yaptı ise de, demiryolu ulaşımı olmaması ve iyi bir su ikmali yapılmadıkça çölü aşmanın mümkün olmayacağını gördü.
Çanakkale savaşları dolayısıyla bir kısım kuvvetin bu cepheden alınması ve İngilizlerin de Çanakkale’ye önem vermeleri sebebiyle, 1915 yılında bu cephede önemli bir gelişme olmadı.
IRAK CEPHESİ: Bu cephe, iki amaçla İngilizler tarafından açılmıştır. Biri, Abadan petrollerini korumak, ikincisi de kuzeye çıkıp Ruslarla birleşerek, Türk kuvvetlerinin İran'a girip Hindistan'ı tehdit etmesini önlemekti. İngiltere 1914 Kasımında Hindistan'dan getirdiği kuvvetleri Basra’ya çıkardı ve kuzeye ilerledi. 1915 Eylülünde İngilizler, Bağdat'ın 160 kilometre güneyindeki Kut-el-Amara'ya girdiler. Lakin Türk kuvvetleri biraz kuzeyde Selman-ı Pak’ta kuvvetli bir savunma kurmuşlardı. Kasım ayında burada İngilizlerin yaptıkları taarruz kendilerine çok pahalıya mal oldu ve kuvvetlerinin üçte birini kaybeden İngilizler, yılın sonunda tekrar Kut üzerine çekildiler.
ÇANAKKALE SAVAŞLARI: Müttefiklerin Çanakkale Boğazına karşı teşebbüsleri daha 1914 Ağustosundan itibaren bahis konusu olmuş, lakin Osmanlı Devleti henüz tarafsız olduğu için bu mesele üzerinde fazla durulmamıştı. Osmanlı Devleti’ savaşa katıldıktan sonra ise, yapılacak askeri bir teşebbüsle Boğazların ele geçirilmesi tasarısı daha ciddiyetle ele alındı. Bu fikrin şampiyonu, İngiliz Bahriye Bakanı Winston Churchill idi ve ona göre Çanakkale Boğazı donanma ile zorlanırsa, Boğazları ve İstanbul'u ele geçirmek mümkün olurdu. Askerler bu fikre katılmamakla beraber ve Boğazların işgali için muhakkak asker çıkarmak gerekeceğine inanmalarına rağmen, Churchill fikrini kabineye ve askerlere kabul ettirmeye muvaffak oldu.
Çanakkale teşebbüsünün gayesi şu noktalarda toplanmaktaydı:
1)Boğazlar ve İstanbul Müttefiklerin eline geçerse, Osmanlı Devleti için barışı kabullenmekten başka çare kalmaz ve bu suretle Osmanlı İmparatorluğunun açmış olduğu ve Müttefiklerin açtığı bütün cepheler tasfiye edilmiş olurdu.
2) Boğazlar ele geçirilirse Rusya ile yakın temas kurulmuş olur, Rusya’ya silah ve malzeme sevki ve Rusya'nın da buğdayından faydalanma sağlanmış olurdu.
3) Osmanlı Devleti’nin savaştan çekilmesi ve Müttefiklerin Boğazlara yerleşmeleri, henüz savaşa katılmamış diğer Balkan devletleri üzerinde de etki yapar ve bu devletler Merkezi Devletler safında savaşa katılmaya cesaret edemezlerdi.
Bu amaçlarla ortak bir İngiliz-Fransız donanması, 19 Şubat 1915'ten itibaren, dış denizden, Çanakkale’ Boğazının iki tarafındaki Türk tabyalarını bombardımana başladılar. Zaman zaman çok şiddetli olan bu bombardımanlar 18 Marta kadar devam etti. Nihayet, 18 Mart 1915 günü, havanın güneşli, rüzgârsız ve denizin sakin olduğu bir sırada müttefik donanması Çanakkale Boğazına girerek, boğazı geçme teşebbüsünde bulundu. Lakin bu teşebbüs bir felaket oldu. Boğazı geçme teşebbüsü sabah 10.45 de başlamıştı. Akşam güneş batarken 7 müttefik gemisi Boğazın sularına gömülmüş bulunuyordu. Bu durum karşısında müttefik donanması geri çekilmek zorunda kaldı.
Müttefiklerin bu başarısızlığı bütün dünyada büyük yankı uyandırdı. Olay müttefiklerin prestijine bir darbe idi. Bunun, tarafsız devletlerle bütün Müslüman aleminde geniş politik etkileri olabilirdi. Bu sebeple Müttefikler işi sonuna kadar götürmeye karar verdiler ve Nisan ayı sonlarına doğru 70.000 kişilik bir İngiliz-Fransız kuvveti Gelibolu yarımadasının güney burnundaki plajlara çıkarılmaya başlandı. Gelibolu yarımadasını işgal etmek suretiyle Çanakkale’ boğazına hakim olunmak isteniyordu.
Gelibolu yarımadasında Türk Askeri istilacı kuvvetlere karşı son derece şiddetli bir mukavemet gösterdi. Müttefikler bunu hiç beklemiyorlardı. Türk Askeri istilacı kuvvetleri denize atamadı, fakat düşman da iki buçuk ayda ancak 3 kilometre ilerleyebildi. Çok kanlı muharebeler oldu.
Müttefikler güneyden ilerlemeyeceklerini görünce, 6 Ağustostan itibaren, Gelibolu yarımadasının batı kıyılarındaki Suvla plajlarına yeni kuvvetler çıkardılar. Ağustos ayı Çanakkale muharebelerinin en şiddetli safhasını teşkil eder. İlerlemeye çalışan düşman kuvvetleri ile Mustafa Kemal'in komutanı bulunduğu Anafartalar Grubu arasında çok kanlı muharebeler oldu ve düşman yine ilerleyemedi. Müttefik kuvvetleri Anafartalar’da üç hafta içinde 40.000 kişi kaybetti. Müttefikler bu sefer de muvaffak olamayınca ve devamlı olarak asker kaybetmeye başlayınca, bu teşebbüsten vazgeçtiler ve Aralık ayından itibaren çekilmeye başladılar. Müttefikler ölü ve yaralı olarak 250.000 kişi kaybetmişlerdi.
Çanakkale muhabereleri aynı zamanda 250.000 Türk erine de maloldu. Fakat Boğazlar da düşmana verilmemişti. Çanakkale ruhu Milli Mücadele ruhunun başlangıcı oldu.
Dipnot : Konu başka bir siteden alınmıştır.
Site Linki :
Değerli ziyaretçimiz, içeriği görebilmek için
şimdi giriş yapın veya kayıt olun.